

ŞEHRİBAN KIRAÇ / NEFES
Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ceyhun Elgin, asgari ücret ile temel yaşam maliyetleri arasındaki farklılığın oldukça endişe verici bir şekilde genişlediğini belirtti.
Türkiye'nin en acil ve zorlu sorununun yüksek ve kalıcı hale gelen enflasyon olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Ceyhun Elgin ile ekonomideki güncel gelişmeleri tartıştık.
*2025 Eylül (Ekim 2025`in başında açıklanan) enflasyon oranları yeniden artış gösterdi. Merkez Bankası'nın öngörüsünün yakalanma ihtimali var mı, enflasyon tarafında ne gibi riskler gözlemliyorsunuz?
TCMB’nin 2025 yılı sonu için belirlediği %24'lük ara hedef, mevcut verilere göre artık ulaşılabilir olmaktan çıkmıştır. Yılın sona ermesine sadece üç ay kala yıllık enflasyon %33.29 seviyesinde bulunmakta; bu hedefin gerçekleştirilmesi için kalan dönemde ciddi bir deflasyon süreci yaşanması gerekmekte ki bu da mevcut koşullarda pek mümkün görünmüyor.
Bankanın kendi tahmin aralığının üst sınırı olan %29 bile oldukça zor bir hedef halini almıştır. Ekonomistlerin, 2025 sonu enflasyon tahmininin ortalaması %30.09 seviyesine yükselmiştir. Bir merkez bankasının enflasyon mücadeleinde en önemli aracı, politika araçlarının ötesinde, kredibilitesidir.
Hedeflerin tutarlı bir biçimde tutturulamaması, politika yapıcıların beklentileri sabitleme gücünü zayıflatmaktadır. Bu durum, ekonomik birimlerin fiyat ve ücret kararlarını merkez bankasının hedeflerine değil, kendi yüksek enflasyon beklentilerine göre oluşturmasına yol açar.
Bu da bir kısır döngü yaratır ve enflasyonu düşürmenin maliyetini artırır (daha fazla üretim ve istihdam kaybı). Dolayısıyla, 2025 hedefinin büyük bir farkla kaçırılması, sadece istatistiksel bir sapma değil, aynı zamanda gelecekteki enflasyonla mücadele sürecini daha da zorlaştıracak bir kredibilite kaybıdır.
Enflasyonda Belirgin Yavaşlama Görmedik
Enflasyonda neden istenen düşüş sağlanamıyor?
Arzu edilen enflasyon düşüşünün sağlanamamasının en önemli sebebi, fiyat artışlarının ekonominin geneline yayılmış ve kalıcı hale gelmiş durumunda olmasıdır. Son 1.5 yılda aylık enflasyon ortalaması %3-4 seviyelerinde seyrederken, belirgin bir yavaşlama yaşanmamış; özellikle hizmetler ve kira gibi kalemlerde yüksek artışlar sürekli hale gelmiştir.
Öte yandan maliyet yönlü baskılar (örneğin artan enerji ve emtia fiyatları) ile geçmişteki döviz kuru etkileri enflasyonu etkilemektedir. Bu koşullar altında enflasyon beklentileri tam anlamıyla kırılabilmiş değildir ve TL’de olası değer kayıpları, ücret artışı sonuçlarının oluşturabileceği riskler enflasyonun düşmesini zorlaştıran unsurlar arasındadır.
En Kötü Yanları Birleşiyor
Mevcut ekonomi politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu politikalarla gerçekten ekonomide bir düzelme sağlanabilir mi?
Mevcut ekonomi politikası, içinde barındırdığı temel çelişkiler nedeniyle etkinlik sorunları yaşamaktadır. Bir yandan enflasyonla mücadelenin en öncelikli konu olduğu ifade edilirken, diğer yandan enflasyonun beklentileri aştığı bir dönem içerisinde, TCMB'nin Eylül 2025’te politika faizinde %2.50 puanlık bir indirim yaparak oranı %40.5’e çekmesi, politika setinin genelini sorgulanır hale getirmektedir.
Bu adım, fiyat istikrarına dair bağlılık algısını sorgulamakta ve enflasyonla mücadele söyleminin etkisini zayıflatmaktadır. Politika iletişiminin temel unsuru olan tutarlılık ve öngörülebilirlik, bu tür adımlarla hasar görmekte, bu da ekonomik aktörlerin geleceğe yönelik karar alma süreçlerini zorlaştırmaktadır.
Politika faizindeki indirim, parasal aktarım mekanizmasının etkinliği konusunda da ciddi kaygılar doğurmaktadır. TCMB'nin politika faizi bankacılık sistemine sağladığı fonlamanın maliyetini belirleyen en önemli faktördür. Ancak esas önemli olan, bu oranın piyasadaki mevduat ve kredi faizlerine ne ölçüde yansıdığıdır.
Ekim 2025 itibarıyla ticari kredi faiz oranları aylık bazda %3'ü, hatta bazı ürünlerde %4’ü aşmaktadır. Bu oranlar yıllık bazda %45’in üzerinde bir maliyet oluşturmaktadır. Durum, politika faizindeki indirimlerin reel sektöre bir rahatlama getirmediğini, aksine bankaların yüksek enflasyon beklentileri ve artan kredi riskini hala fiyatlamaya devam ettiğini göstermektedir.
Sonuç olarak, her iki dünyanın da en kötü yanları birleşmektedir: Bir yanda, reel sektör yüksek kredi maliyetleri altında ezilip yatırımlarını durdurmakta ve ekonomik aktivite yavaşlamaktadır. Diğer yanda, atılan faiz indirim adımları enflasyonla mücadelenin güvenilirliğini zedeleyerek beklentilerin bozulmasına sebep olmaktadır. Kısacası, sıkılaştırmanın olumsuz etkisi reel sektör tarafından yaşanırken, dezenflasyonist faydaların tam olarak sağlanamadığı bir süreçtlive devam etmektedir.
Kronikleşmiş Yapısal Sorunlara Odaklanmalıyız
*Asıl atılması gereken adımlar neler?
Para politikası ve mali politika başarılı olsa dahi (ki ne yazık ki böyle değil), makroekonomik istikrar politikaları ekonominin ateşini düşürmek için gerekli, ancak tek başına yeterli değildir. Sürdürülebilir ve kalıcı bir toparlanma için Türkiye'nin kronik yapısal sorunlarına odaklanması şarttır.
OECD gibi uluslararası kuruluşların raporlarında da vurgulanan bazı temel adımlar bellidir. Öncelikle, öngörülebilir bir düzenleyici çerçeve ve mülkiyet haklarını güvence altına alan, hukukun üstünlüğüne dayalı bir kurum yapısı oluşturulması gerekmektedir. Bu, yerli ve yabancı uzun vadeli yatırımları çekmenin ön koşuludur.
İkinci olarak, kamu gelirlerini daha adil ve istikrarlı hale getirmek amacıyla vergi tabanının genişletildiği ve vergi sisteminin etkinliğini artıran kapsamlı bir vergi reformu gereklidir. Üçüncü olarak, iş gücü piyasasında etkinliği artıracak ve çalışanların yetkinliklerini günümüz ihtiyaçlarına göre güncelleyerek verimliliği artıracak reformların hayata geçirilmesi şarttır. Son olarak, ekonominin büyüme modelinin borca dayalı tüketimden yüksek katma değerli üretim ve ihracata kaydırılması, Türkiye'nin orta gelir tuzağından çıkışı için hayati önem taşımaktadır.
Reel Gelirlerinde Ciddi Bir Erozyon Var
*Vatandaş ciddi bir gelir kaybıyla karşı karşıya. 2026 yılı için asgari ücret zammında öngörülen oran %20 civarında. Geçim zorluğu çeken bireyleri nasıl günler bekliyor?
Maalesef, yüksek enflasyonun en yıkıcı etkisi sabit ve dar gelirli kesimlerin alım gücünde gözlemlenmektedir. 2025 yılı süresince devam eden fahiş fiyat artışları, işçi sınıfının reel gelirlerinde önemli bir erozyona neden olmuştur. Yapılan analizler, yılın ilk dokuz ayında meydana gelen enflasyon ve gelir vergisi dilimindeki artışların etkisi ile, 2025 yılı sonuna kadar birçok çalışanın reel gelir kayıplarının %35 seviyelerine ulaşacağını ortaya koymaktadır. Bu durum sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal bir sorun olup toplumun refah seviyesinde gözle görülür bir çöküşü göstermektedir.
Gelir kaybının en belirgin görüldüğü alan, asgari ücretin temel yaşam maliyetleri karşısındaki durumu olmuştur. 2025 yılı için net asgari ücret 22.104 TL olarak belirlenmişken, TÜRK-İŞ’in Eylül 2025 için yaptığı araştırmaya göre, dört kişilik bir ailenin yalnızca sağlıklı ve dengeli beslenebilmesi için gerekli minimum gıda harcaması 27.970 TL'ye ulaşmıştır.
Bunların yanı sıra kira, ulaşım, eğitim ve sağlık gibi zorunlu harcamaları kapsayan yoksulluk sınırı çok daha yüksek bir seviyede, 91.109 TL olarak belirlenmiştir. Bu veriler, asgari ücretin geçim ücreti işlevini tamamen yitirdiğini göstermektedir. Daha çarpıcı bir sonuç ise yine aynı araştırmada bekâr bir çalışanın yaşama maliyetinin 36.305 TL olarak hesaplanmasıdır.
Bu durum, herhangi bir aile sorumluluğu olmayan bir bireyin dahi asgari ücretle temel yaşam standardını sürdürmesinin imkânsız olduğunu ortaya koymaktadır. Asgari ücret, düşük gelirli bireyleri yoksulluktan koruyan bir tabandan çıkıp, açlık sınırının altında kalan bir sefalet ücreti sembolü haline gelmiştir. (Oysa yakın tarihte değerli akademisyenler Cem Oyvat ve Adem Yavuz Elveren ile yaptığımız bir çalışma da asgari ücret artışının enflasyona etkisinin kimi zaman korkulan kadar büyük olmadığını göstermiştir.)
2026 yılına ilişkin asgari ücret artış beklentileri, vatandaşları bekleyen zor günlerin ipuçlarını vermektedir. JP Morgan gibi uluslararası yatırım bankalarının raporlarına göre, 2026 yılı için asgari ücretin %20 civarında artması beklenmektedir. Yerli uzmanların öngörüleri de bu aralıklardadır. Bu beklentiyi, ekonomi yönetiminin 2026 yılı sonu enflasyon hedefleri ile birlikte değerlendirmek gerekiyor.
OVP'de 2026 yılı için enflasyon hedefi %16 olarak belirlenmiş, TCMB'nin tahmin aralığı ise %13 ile %19 arasında yer almaktadır. Bu durum, politika yapıcıların asgari ücret artışını gerçekleşen enflasyonun altında tutarak reel ücretleri baskılama ve bu yolla toplam talebi kontrol altına alarak dezenflasyon sürecine katkıda bulunma gayretinde olduklarını göstermektedir.
Bu yaklaşım, iktisat teorisi açısından ücret-fiyat sarmalını kırmanın bir adımı olarak değerlendirilebilir. Ancak bu politika, temel yaşam standartlarını sürdürmekte zorlanan en kırılgan gruplar için planlı bir refah kaybı anlamına gelmektedir. Enflasyonla mücadelenin yükü, orantısız bir şekilde dar ve sabit gelirli bireylere yüklenmektedir.
İflaslar ve İşsizlik Artacak
*İflas ve konkordato başvurularında ciddi artışlar, kredi faizlerinde yükselişler söz konusu. Yeni yatırımlar duraksadı. Reel sektör zor durumda. İş dünyası için nasıl bir gelecek öngörüyorsunuz, iflaslar ve işsizlik artar mı?
Reel sektörün en büyük sorunlarından biri, finansmana erişim maliyetlerinin sürdürülemez seviyelere ulaşmasıdır. Aylık bazda %3-4 seviyelerini aşan ticari kredi faiz oranları, yeni yatırımları ve kapasite artırımlarını neredeyse olanaksız hale getirmiştir. Yüksek faiz ortamı, firmaların sadece yatırım kararlarını ertelemelerine değil, aynı zamanda işletme sermayesi ihtiyaçlarını karşılamakta da güçlük çekmelerine yol açmaktadır. Bu kredi sıkıntısı, ekonomik aktivitedeki belirgin yavaşlamanın ana nedenini oluşturmakta ve yeni projelerin durmasına sebep olmaktadır. Yatırım iştahındaki bu ani düşüş, ekonominin gelecekteki büyüme potansiyeline de olumsuz etki yapmaktadır.
Yüksek finansman maliyetleri ile yavaşlayan iç talepler, şirketlerin mali tabloları üzerinde yıkıcı etkiler yaratmaktadır. Bu durumun en somut göstergesi, artan iflas ve konkordato başvurularıdır. 2025'in ilk sekiz ayında 994 şirketin konkordato başvurusunda bulunması, bu sayının 2024 yılının tamamına kıyasla %73'lük bir artış kaydettiğini göstermekte ve durumun ciddiyetini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Özellikle inşaat ve imalat gibi ekonominin lokomotif sektörlerinden gelen başvuruların yoğunluğu endişe verici olmaktadır. İflas istatistikleri de 2024 yılındaki zirvenin ardından yüksek seviyelerde seyrederek reel sektördeki sıkıntıların yayılmakta olduğunu göstermektedir. Bu veriler, birçok firmanın borçlarını ödeyemez hale geldiğini ve ekonomik yavaşlamanın bir şirketler krizi riskini tetiklediğini belirtmektedir.
Reel sektörün gösterdiği olumsuz tabloyu yansıtan öncü göstergeler de mevcut. İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından açıklanan Türkiye İmalat Satın Alma Yöneticileri Endeksi (PMI), üst üste 18 aydır daralma bölgesini belirten 50 eşik değerinin altında kalırken, Eylül 2025’te 46.7 seviyesine gerilemiştir. Üretim, yeni siparişler ve istihdam gibi alt endekslerdeki gerileme, imalat sanayisindeki yavaşlamanın derinleştiğini gösterir. Benzer şekilde imalat sanayi kapasite kullanım oranı da %74 civarında seyrederek potansiyelin altında bir göstergede kalmaktadır. Bu oran, tarihsel ortalamaların yanı sıra rakip ülkelerdeki seviyelerin altında kalarak sanayideki atıl kapasite sorununu ve talep yetersizliğini ortaya koymaktadır.
Ekonomik yavaşlamanın etkileri işgücü piyasasında da giderek daha belirgin hale gelmektedir. Ağustos 2025 itibarıyla %8.5 olarak ilan edilen işsizlik oranı, resmin tamamını yansıtmaktan uzaktır. Veriler detaylı incelendiğinde, işgücü piyasasının yapısal sorunları ile krizin orantısız etkileri görülebilmektedir. Erkeklerde işsizlik oranı %6.8 iken, kadınlarda bu oran %11.6’ya çıkmış durumdadır. Durum, gençler için çok daha olumsuzdur. 15-24 yaş grubundaki genç nüfusta işsizlik oranı %16.0’a yükselmiştir. Bu oranın altında yatan derin çatlak, kadın ve genç nüfus arasındaki istihdam farkını açığa çıkarmaktadır: Genç erkeklerde işsizlik %12.4, genç kadınlarda ise %22.7 gibi endişe verici bir seviyede kalmaktadır. Bu tablo, ekonomik duraklamanın bedelini en ağır şekilde kadınların ve gençlerin ödediğini gösterirken, uzun vadede beceri kaybı ve sosyal sorunlar yaratan bir kayıp nesil tehlikesi barındırmaktadır. Ek olarak, iş aramayan ancak çalışmaya hazır olanlar ve zamanla kazanç kaybı yaşayanları da içeren atıl işgücü oranının %29.7 gibi yüksek bir seviyede seyrettiği, manşet işsizlik oranının işgücü piyasasındaki gerçek bozulmayı ne kadar yanlış yansıttığının bir kanıtıdır.
Tüm bu faktör bir araya geldiğinde, erişim maliyetlerinde artış, düşen talep, artan iflaslar ve zayıf işgücü piyasası, iş dünyasını yakın gelecekte zor günlerin beklediğine işaret etmektedir. Ekonomik yavaşlamanın gecikmeli etkisi sistemde yaygınlaştıkça, iflas ve işsizlik oranlarında bir artış kaçınılmaz görünmektedir.
Öngörülebilirlik Azalıyor
2026 yılı için genel olarak hem iş dünyası hem de iktisatçılar pek umutlu konuşmuyor; sizin görüşleriniz nedir?
2026 yılına ilişkin makroekonomik projeksiyonlarda, yerli ve uluslararası kurumlar arasında belirgin farklılıklar gözlemlenmektedir; bu da ekonominin gelecekteki rotasına dair derin bir belirsizlik anlamına gelmektedir. Hükümetin Orta Vadeli Programı (OVP), görece daha iyimser bir tablo sunarak 2026 için %3.8'lik bir GSYH büyümesi ve %16'lık bir yıl sonu enflasyonu öngörmektedir. TCMB'nin enflasyon tahmini ise %13 ile %19 arasında, daha geniş bir kapsamda bulunmaktadır. Uluslararası kuruluşların ise büyüme konusunda daha temkinli olduğu gözlemlenmektedir. Uluslararası Para Fonu (IMF) 2026 yılı için büyüme tahminini %3.3 olarak belirtirken, Dünya Bankası %3.7'lik bir büyüme öngörmektedir. Bu tahminler arasındaki farklılıklar, dezenflasyon programının hızı, başarısı ve ekonomik aktivite üzerindeki etkilerinin konusunda tam bir fikir birliği bulunmadığını gözler önüne sermektedir. Bu durum, hem politika yapıcılar hem de piyasa oyuncuları için öngörülebilirliği azaltan önemli bir unsur oluşturmaktadır.
Stagflasyon Riski Var
2026 yılı nasıl bir dönem olacak?
2026 yılının ekonomik gidişatını belirleyecek iki olası senaryo mevcut:
Olumlu Senaryo (Kademeli Toparlanma): Mevcut politika setinin tutarlılık ve kararlılıkla devam etmesi durumunda, enflasyonun yavaş yavaş %20’nin altına düşmesi ve ekonomik büyümenin %3-3.5 bandında stabil halde olması olasıdır. Bu senaryonun hayata geçmesi, büyük bir dış şok yaşanmamış olmasına ve ekonomi yönetimine verilen siyasi desteğin devamına bağlıdır.
Olumsuz Senaryo (Stagflasyon Riski): Dezenflasyon sürecinde belirgin bir başarı sağlanamadan politikaları gevşetmekte, örneğin yeni faiz indirimleri yapmakta, küresel ekonomik koşulların kötüleşmesi veya iç siyasi belirsizliklerin artması, dezenflasyon sürecini etkileyebilir. Böyle bir durumda ekonomi, enflasyonun yüksek kalıp büyümenin durma noktasına geleceği stagflasyon olarak adlandırılan zor bir döneme girebilir.
Bu senaryoları değerlendirirken sadece yıllık büyüme rakamlarına odaklanmak yanıltıcı olabilir. Büyümenin kalitesi, en az niceliği kadar önem arz etmektedir. Mevcut yatırım ortamındaki durgunluk ve hanehalkı gelirlerindeki baskı göz önüne alındığında, 2026'da hedeflenen %3.8'lik büyümenin sürdürülebilir kaynaklardan (yatırım ve ihracat gibi) gelmesi kritik bir öneme sahiptir. Fakat, küresel ticarette yaşanabilecek bir yavaşlama dış talebi sınırlayabilir. Böylelikle, hedeflenen büyüme rakamına ulaşılsa bile, bu büyüme istihdam yaratma kapasitesine zayıf, verimlilik artışı sağlamayan ve dolayısıyla kırılgan bir toparlanmaya işaret ediyor olabilir.
Belirsizlik Yatırımcıyı Ürkütüyor
Son zamanlarda daha fazla şirket ve holding TMSF'ye geçiyor. Bu durum yerli ve yabancı yatırımcılar tarafından nasıl değerlendiriliyor, yatırımcıyı endişelendirebilir mi?
Açıkçası, kayyum atanan şirket sayısının 770'e ulaşması, bu uygulamanın boyutunu ve ekonomideki yaygınlığını göstermektedir. Bu devirler genellikle, terörün finansmanı veya diğer yasa dışı faaliyetlere ilişkin yürütülen soruşturmaların bir sonucu olarak, mahkeme kararlarına dayandırılmaktadır. Bireysel durumların hukuki geçerliliği ayrı bir konu olmasına rağmen, özel mülkiyete bu kadar sık ve geniş çerçevede müdahale edilmesi hem yerli hem de yabancı yatırımcılar arasında ciddi kaygılar yaratmaktadır. Sermaye, doğası gereği istikrar ve öngörülebilirlik talep eder. Yatırımcılar, oyunun kurallarının aniden değişmeyeceğinden ve mülkiyet haklarının güvence altına alındığından emin olmak istemektedirler. TMSF devri sayısındaki artış, piyasada siyasi ya da hukuki risklerin aniden ortaya çıkma algısını güçlendirmekte; bu durum, yatırımcıların ölçemeyeceği ya da güvence altına alamayacağı belirsizlik katmanı ekleyerek sermayenin ülkeye girişini zorlaştırmaktadır.
Bu belirsizlik ortamı, Türkiye'nin risk primine de doğrudan yansımaktadır. Ülkenin kredi notlarının neden hala yatırım yapılabilir seviyenin altında olduğu ve ekonominin ihtiyaç duyduğu uzun vadeli, verimliliği artıran yabancı sermaye çekemediğinin temel nedenlerinden biri de budur. Bu, hukukî ya da siyasi bir mesele olmanın ötesinde, Türkiye'nin kronik makroekonomik zayıflıklarının tam merkezinde yer alan, doğrudan ekonomik sonuçları olan bir problemdir. Yatırım ortamı, yalnızca vergi indirimleri veya teşviklerle değil, öncelikle güçlü ve bağımsız kurumsal yapıların ve hukuki güvencelerin sağlanması ile geliştirilebilir.
En Acil Sorun Yapışkan Enflasyon
Şu anda Türkiye’nin en acil üç sorunu nedir ve çözüm için neler önerirsiniz?
1- Yapısal Enflasyon ve Kredibilite Eksikliği
Türkiye'nin en acil ve can yakıcı sorunu, yüksek ve yapışkan hale gelmiş enflasyondur. Ancak bu bir sonuç olup, asıl sorun, yıllar içerisinde uygulanan alışılmışın dışında politikalar sebebiyle ekonomi yönetiminin ve özellikle merkez bankasının kredibilitesini yitirmiş olmasıdır. Enflasyon beklentileri çıpasını kaybetmiş, fiyatlama davranışları bozulmuştur.
Çözüm Önerisi: Tek çözüm, kısa vadeli siyasi etkilerden arındırılmış, veriye dayalı, şeffaf ve öngörülebilir bir geleneksel para politikası çerçevesinin uzun sürele tavizsiz bir biçimde uygulanmasıdır. Bu duruş, muhakkak sıkı bir maliye politikası ile desteklenmelidir. Kredibilitenin yeniden tesisi, zaman alacak ve sancılı bir süreç olacaktır. Bu süreçte ekonomi yönetiminin, güveni yeniden kazanmak adına uzun bir süre az vaat edip daha fazlasını gerçekleştirmesi gerekecektir.
2- Düşük Verimlilik ve Bozulan Yatırım İklimi
Ekonominin potansiyel büyüme oranı, verimlilik artışlarının yetersizliği sebebiyle gerileme göstermektedir. Bu, makroekonomik istikrarsızlık, kurumsal zafiyetler ve hukukun üstünlüğündeki zayıflama sonucudur. Ekonomi, inovasyondan ziyade borca dayalı tüketime dayanan bir modelle orta gelir tuzağına sıkışmış durumda.
Çözüm Önerisi: Kapsamlı bir yapısal reform gündemi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Bu gündemde hukuki öngörülebilirliği sağlayacak demokratik kurumlar ve yargı bağımsızlığının güçlendirilmesi gerekmektedir. Ayrıca, iş yapma maliyetlerini düşürmek amacıyla bürokrasinin sadeleştirilmesi, yüksek teknolojili ve verimli sektörler için akıllı teşviklerin oluşturulması ve işgücünün yetkinliklerini artıracak eğitim reformları kritik adımlar olmalıdır.
3- Derinleşen Gelir Eşitsizliği ve Sosyal Refah Kaybı
Enflasyonla mücadelenin ve ekonomik yavaşlamanın maliyeti, orantısız bir şekilde dar ve sabit gelirli hanelere yansımaktadır. Asgari ücret ile temel yaşam maliyetleri arasındaki makas tehlikeli bir şekilde açılmakta ve reel gelirler serbest düşüş yaşamaktadır. Bu hem büyük bir sosyal mesele oluşturmakta hem de iç piyasayı çökertip sosyal uyumu tehdit ettiğinden, uzun vadede ekonomik istikrarı da riske atmaktadır.
Çözüm Önerisi: Makroekonomik istikrar programı, daha güçlü ve hedef odaklı bir sosyal güvenlik ağı ile desteklenmelidir. Yetersiz kalan asgari ücret artışlarına bel bağlamak yerine, en kırılgan hanelere doğrudan gelir desteği sağlayacak sosyal yardım sisteminin yenilenmesi gerekmektedir. Ayrıca, serveti ve beyan dışı kazançları daha etkin bir şekilde vergilendiren, daha adil bir vergi sisteminin bu programları finanse edebileceği, adil bir toplum oluşturma hedefinde önemli bir rol oynayabilir. Amaç, en savunmasız kesimleri sürecin en olumsuz etkilerinden koruyacak, kapsayıcı bir istikrar programıdır.



DOLAR
EURO
İNG. STERLİNİ
İSV. FRANGI
KAN. DOLARI
ÇEYREK ALTIN
BITCOIN